Halikarnas Balıkçısıyla ilk ve son karşılaşmam
Lise öğrenim yıllarında (1967-1970) her fırsat bulduğumda ve yaz aylarında, grafik sanatçısı Mengü Ertel’in yanına yani San Organizasyon’a gider, orada ressam ve grafiker yardımcılığı yapardım. Amfora şeklindeki testiler üzerine antik gemilerin ve savaşçıların resimlerini yaptığımı hatırlıyorum, pek keyifli işlerdi.
O yıllarda Olimposlu, Zeuslu, Poseidonlu, Aresli, Kirkeli, antik tanrıların rol aldığı resimli romanlar yapıyordum, bazıları hala durur. Bir gün atölyeye Mengü Bey ile birlikte birkaç kişi gelmişti, gelenlerden biri Mina Urgan hanımefendiydi… Göz göze geldik, bana: “ Çocuk senin gözlerin Ege gibi masmavi” demişti. Biraz konuşmuş sohbet etmiştik.
1970 yılı idi, gelecek vadeden bir sporcu olmuştum. Hocamız bir müsabaka için İzmir’e götüreceği sporcular arasına beni de katmıştı. İzmir’de bir parkta dolaşırken İngiliz Edebiyatı Profesörü Mina Urgan hanımefendiyi gördüm. Birkaç dostu ile birlikte oturmuş yaşlı bir adamı dinliyorlardı… Beni görünce eliyle “gel” dedi. Gittim… Ben de dinlemeye başladım. Fakat kırk yıl geçti o günlerin üzerinden. Hatırlayamıyorum. Konuşmasına ara verince Mina Urgan beni o antik tanrılara benzeyen yaşlı adamın yanına, dizinin dibine kadar götürdü.
Ona Mengü Ertel’in yanında çalıştığımı, antik çağlarla ilgili resimli romanlar yaptığımı, iyi bir denizci olduğumu anlattı. Antik tanrılara benzettiğim o yaşlı adam :
“Söyle bakalım kaç tane Olimpos vardır?” diye sordu bana… Bunu biliyordum. Çünkü o günlerdeki resimli romanımın kahramanları antik tanrılardı ve konusu Kaz dağlarındaki Olimpos’ta (Zeus Arteri’nde) geçiyordu.
“5 tane efendim” dedim. “ Biri Yunanistan’da dördü de Anadolu’da bizim dağlarımızda.” Kocaman bir aferin aldım, bir de kitap. “Ötelerin Çocukları”…
Bir şeyler yazdı, bana uzattı ve birden elini uzatıp elimi sıktı… O bana yazılıp hediye edilen ilk kitaptı. Oradan heyecanla uzaklaştım…
Ağır sıklette yarışan 105 kiloluk güçlü bir sporcuydum. İçimdeki sinerjinin ya da Ege ve Antik Ege kültürü hevesimin ben farkında değildim. Ama sanırım o görmüştü.
İşte o adam Halikarnas Balıkçısı’ydı ve o günlerde 80 yaşındaydı. Kaldığımız otele gidince odama çıkmadan hemen bir yere oturup kitabı açtım. Bana ne yazdığına baktım. Her zaman yazılan şeylerden “sevgilerle” ya da “iyi dileklerimle” gibi şeyler yazmamıştı.
“Merhaba denizci, sen de senden sonrakilere anlat…”
Bunları yazmıştı kapağın içine.Fakat o günlerde, hatta o yıllarda bu kelimelerin ne anlama geldiğini çözememiştim…
Ben, benden sonrakilere ne anlatacaktım ki?! Ne biliyordum ki ne anlatacaktım?...
Halikarnas Balıkçısı’nın ölümünden hemen önce, son günlerinde ona yardım eden, hala yaratmaya, kitap haline getirmeye çalıştığı kültür değerlerimizi, artık yazacak gücü kalmadığı için sözlerini yazıya çeviren Mehmet H.Doğan, Balıkçı Baba’nın ölümünden 2 ay sonra 12 Aralık 1973’te yazdığı yazıda, o’nun hayata veda etmeden hemen önce adeta vasiyeti olan sözlerini yazmış, onu sevenlere duyurmuştu.
Bu sözler çok kısa bir özet olarak şöyledir;
“Şimdi ben ne diyorum? Bunca yıl kafa patlatmışız, bir şeyler koymuşuz ortaya. Sen alacaksın onu kullanacaksın, yani benim kafamı kullanacaksın , di mi ya? Başkası da senden öğrenecek bir şeyler…”
Denizci dostlar ya da deniz yürekli dostlar. Ben ondan, O’nun Arşipel Üniversitesinden tamamladıklarımı ve bu sayede hissedilmesi, görülmesi gereken güzellikleri, sizlere aylık yazılarımda, kitaplarımda zaman zaman hissettirmeye, gücüm, imkanım olduğu sürece devam edeceğim.
Rüzgar Baba’yı seven okurlarımdan benim istediğim de aynı şeydir.
“ Denizci, sen de senden sonrakilere anlat…”
Anlat ki Halikarnas Balıkçısı’nın o eşsiz ve emsalsiz Ege ve Akdeniz kültürü kitapçı rafında kalmasın.
45 yıldır denizlerdeyim, hele şimdilerde ise yani 10 yıldır kara hayatıyla hemen hiç ilgim kalmadı. Teknem Maviş Evlat ile güney Ege’nin koylarında sadece benim gibi münzevi ruhlu, ihtiraslarından sıyrılmış birkaç aziz doğa çocuğu denizci dostumla, her türlü dünya kirinden, pasından ve zehirli paradan uzak, sessiz sakin bir hayat sürüyorum.
Deniz kültürü ve denizcinin yaşama bakışı, yaşam felsefesi konusunda hem yaşayarak hem araştırarak yıllar sonra bir yere vardım… Geldiğim bu noktada deniz edebiyatı ve kültürü alanında artık bana yön ve ilham verecek bir kalem bulmakta çok zorlanıyorum.
Hayallerimle, hissettiklerimle, yaşadıklarımla geldiğim noktada, görünüşte değil ama hissedişlerimin paylaşımında artık yalnızım. İşte bu yüzden her gittiğim yere Balıkçı Baba’nın ve Sadun Boro’nun kitaplarıyla giderim.
Cevat Şakir Kabaağaçlı… Benim söylememe gerek yok, o ulaşılmaz bir insan, ulaşılmaz bir denizler yazarı ve antik çağlar araştırmacısı…
Sıradan ve tekrar tekrar tekrarlanan kopya hayatların bir parçası olmayın.Cesur olun. Hayatınızın bir bölümünü korkmadan, çekinmeden vererek ve hayattan bir adım geri çekilerek düşlerden birini alın, ve…
O Mavi Cennet’e “Viya Böyle” diyerek o yaşanası düşleri sevgiyle, sevgilinizle yaşayın… Fakat çok önemli bir şeyi de sakın unutmayın.
O mavi dünyayı yaratan ve yaşatan efsane insanlara olan minnet borcunuzu…
Hep gönlümüzdesin Balıkçı Baba. Sana bu dünyadan ve çocuklarından koskocaman bir MERHABA…
Haldun Sevel
Yazarın diğer yazıları:
Yaşamın sırrı
Tanrım beni yavaşlat
Ne de ıssız ve soğuk olur mavi suların dibi
Halikarnas Balıkçısıyla ilk ve son karşılaşmam
Yaşam denen şey
Denizci Doğulur mu ? (2)
Denizci Doğulur mu ? (1)
Sadun Boro niçin bir Anıt Adamdır ?
Nedir Deniz
Devlerin Aşkı ( Azra Erhat & Cevat Şakir )
Çok uzun zaman önce, onlar bizdik
Kuşu uçmaya çağıran gök,rüzgarı esmeye çağıran deniz
Antik Tanrıların Sonuncusu
Düşler ve Yaşanası Hayaller Dükkanı
Hiç Durmadı Yağmur
Dünyanın Ucundaki Fenerin Bekçisi
Mavi Kart Aşağılaması
Pupa Yelken
Son eklenenler
